Türkiye'nin seçimleri geride bıraktığı ve uzun süre seçimsiz döneme girdiği bu dönemde nacizane yapılması gerekenler serisinin üçüncü paylaşımını yapmak istiyorum.

Daha önceki yazılarımda; mutlaka sağlamamız gereken “Denk Bütçe” ve sonrasında da hedefe koymamız gereken fazla veren bütçeden bahsetmiştim. Bu yazımda ise ülkemizin başındaki “Bütçe” sorunuyla birlikte ikinci sorunu olan “Cari Açık“ tan bahsetmek istiyorum.

Biliyorsunuz bir ülkenin ihracatından kazandığı paranın, ithalatından kazandığı paradan az olmasına “Cari Açık” deniyor. Yani yine basit bir anlatımla anlatmamız gerekirse, siz 100 birimlik bir mal üretip ihraç ediyor, karşılığında da 115 birimlik bir mal ithal ediyorsanız, verdiğiniz 15 birimlik açık, birike birike gün gelip sizi çıkmaza sokuyor. Ne yapılması gerek? Tabi ki ihraç ettiğin kadar ithalat yapman, hatta becerebiliyorsan ihracatını ithalatından çok daha fazla yapman lazım. Okurken demesi kolay, hepimizin bildiklerini anlatıyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız da demesi kolay ama ne yapmalıyız onu konuşmalıyız.

Burada da yine millet, devlet el ele çözümler üretmeliyiz. İthalatı azaltmanın bence en önemli olmazsa olmazı birçoklarından farklı bir bakış açısıyla çocukluğumuza inmekten geçiyor. Demek istediğim şu ki benim çoçukluğumda yerli malı haftası vardı. O zamanlar ülkemizin ürettiği ürünler kısıtlıydı ama yerlisi varken ithalini alma şeklinde bizi bilinçlendirmeye çalışan bir eğitim sistemi vardı. Şimdi bakıyorum bu tam tersine dönmüş durumda gençlere baktığımız zaman “yerlisi varsa bile ithalini al daha kalitelidir” gibi söylemler içindeler. İthal ürünlere büyük bir hayranlığımız var. Hatta bazıları ülkemizde üretilip yurt dışına gitmesine rağmen buradakini değil ithalini istiyoruz. Peki bunun nedeni ne?

Osmanlı zamanında Duyunu Umumiyeyi kuran bize o zamanda dost gözüken, sonrasında hasta adam lakabını takıp Osmanlı’nın yıkılmasında elebaşılığı yapan ülkelerin, ülkemizde kurduğu ve kendi hayranı olarak bizleri yetiştirdiği eğitim sistemini yeniden gözden geçirmeliyiz.

Atatürk’ün “Çağdaş insanlığın gereğini yapmakta tereddüt edenler, çağdaş insanların tutsağı olurlar …” sözünden ders alarak, kendi çağdaş ve milli eğitim sistemimizi, çağdaş gözüken ülkelerin tutsağı olmamak için hızlıca kurmamız lazım. Bu konuda çok önemli ama bir o kadar da uzun, o yüzden daha fazla uzatmadan ana konumuza döneyim. Belki ileride bununla ilgili de bir yazı yazarım…

Ülkemizin gücüne kudretine güvenmemiz, kendimize inanmamız lazım. Yabancı özentiliğinden kurtulup egoist değil ama belki de biraz egolu olmamız lazım. Elbette yoğun ithalatta devlet eliyle de engellemeler olmalı, şu an birçok dalda yaşadığımız gibi. Ancak bu düzen sürdürülebilir ve dengeli olmalı, onun için de her yerde dediğim akılcı bir sistem kurmamız lazım. Ülkemizin en büyük eksiklerinden biri de bu sistem kelimesi, peki ama nasıl bir sistem kurmalıyız? Enerji gibi ihtal etmemiz zorunlu olan emtiayı azaltmak zor ama bunun dışında araçlar, cep telefonları, kılık kıyafet vb. birçok alanda kemer sıkabiliriz. Aslında kemer sıkmaya da gerek yok, biraz önce bahsettiğim sistem şöyle olmalı; diyelim geçen ay 10 birim mi ihracat yaptık, bir sonraki ay sistem 10 birimden fazla ithalata onay vermemeli. Orada da önce zorunlular (petrol, gaz, kimya vb.) sonra kalan fazlasıyla da diğer zorunlu olmayan ürünlere sistemin müsaade etmesi lazım. Yani, dönem sonunda cari dengeyi sağlayacak, zorunlu bir düzenin devlet eliyle kurgulanması lazım.

Bununla birlikte, ülkemizin bulunduğu konum, son yıllarda yaptığı altyapı çalışmaları ve sanayideki ilerlemeler, birçok alanda Türkiye'yi dünyada önde gelen ülkeler arasına sokmuş durumda. Ayrıca turizm gibi çok güçlü olduğumuz sektörlerden bahsetmiyorum bile. Bu gibi avantajları kullanarak rekor kıran ihracatımızı çok daha fazla arttırmanın yollarını bulmamız lazım.

Peki ama daha ne yapmamız lazım;

Pandemi döneminde biliyorsunuz bilim kurulları kuruldu. Bu felaket döneminin kazanımı bence bu yapıydı; yani işi bilene, ehline vermek. Şimdi de sektörler özelinde buna benzer yapılar kurup, devlet eliyle yaptık oldu değil de, her yere biz yetişeceğiz değil de, öneriniz tavsiyeniz ne, çalışın bize getirin, biraz yük alın, birlikte yapalım şeklinde bir yapı kurulmalı. Mesela, bir sektör temsilcisi olarak, mobilya sektöründe tavsiyelerimizi içeren onlarca TV, Radyo, İnternet vb platformlarda yayınlar yaptık. Herkesin mantıklı bulduğu, bulmasa da üzerinde tartışılması gereken konuları aslında medya aracılığıyla dillendirmeye çalışmak değil de, ilgili bilim kuruluyla istişare ederek, sonrasında devlet birimleriyle bir araya gelerek her iki tarafın üstüne düşenleri yaparak, düzeni iyileştirecek aksiyonlar almamız lazım. Burada devlet tamamen sektörlerden kopuk asla demiyorum, ama anlattığım mevcudun bir ilerisi, daha verimlisi.

Mesela mobilya sektöründe bulunduğumuz önerilerden bazılarını hatırlatayım; Türkiye sunta&mdf üretiminde dünyanın en büyük üreticilerinden, bu da çok rekabetçi mobilyalar üretmemize olanak sağlıyor. Aynı şekilde mobilya aksesuarlarında da dünyada çok üst sıralardayız, dolayısıyla da mobilya sektörü de bu güçle, üretim bilgisiyle her sene basamakları hızla çıkarak zirvelere doğru koşuyor. Ancak daha da nasıl hızlandırılır? Bunlarla ilgili çok detaylı anlatımlar yaptık, yapıyoruz. Hatta bir tanesiyle ilgili Turizm Bakanımız Mehmet Nuri Ersoy Bey’ den randevu aldım, sağolsun yarım saatini ayırdı ve baş başa detaylı şekilde en önemli ihracat kalemimiz olan dizilerde mobilya sektörü gibi, milli cari fazla veren sektörlerimizin tanıtımını yapalım, turizm de olduğu gibi ihracat patlaması yaşarız demiştir. Ikea benzeri yurt dışında yerel yapılar kurmaktan tutunda, ölçek sorunu, eleman problemi vb. gibi burada uzun uzadıya yazıp sizleri sıkmak istemediğim birçok öneri maddesi sunduk, sunuyoruz. Özetle ithalatı azaltırken ihracatı arttıracak işi bilen sektörlerin, sıkıntının içinde bilim kurulu benzeri yapılarla devlet, millet el ele, elimize çantamızı alıp ihracatı arttırmanın yollarını aramalıyız. Belki bu şekilde Cari Açık sorunundan da bir gün kurtulabiliriz.

Daha fazla sizleri sıkmamak için bu yazıya burada son vereyim. Bir sonraki yazımda  “Makro ölçekteki yapısal sorunlarımızın” bazılarından bahsedeceğim.

Yeniden görüşene kadar, sağlıcakla kalın…