Türkiye'nin seçimleri geride bıraktığı ve uzun süre seçimsiz döneme girdiği bu dönemde nacizane yapılması gerekenler serisinin ikinci paylaşımını yapmak istiyorum.

İlk paylaşımda biliyorsunuz merkezi bütçe de mutlaka artık  “denk bütçe” yapmamız gerektiğinden bahsetmiştim. Bu yazımda da denk bütçe yapmazsak ne olurdan bahsetmek istiyorum.

Einstein’ın sevdiğim güzel bir sözü var, bir konuyu basit bir şekilde anlatamıyorsan tam anlamamışsındır sözüne itafla çok basit bir şekilde anlatmaya çalışacağım, bakalım becerebilecek miyim? Devlet değilde bir bireyi ele alalım, yani makrodan mikroya inelim. Düşünün maaşlı bir birey ayda 100 bin TL maaş alsın, güzel rakam ama her ay 150 bin TL harcarsa yıl sonu oluşacak açığı döndürmek için ya sıcak para bulacak yani bankalardan faiz alacak (Ülkemizin yaptığı gibi.) ya da bir malını satıp açığı kapatacak, yada aile büyüklerinden hibe isteyecek vs. Ama enikonu bütün kaynakları bitireceği için ayağını yorganına göre uzatmayı öğrenmezse başta icralar olmak üzere sırasıyla bir sürü sorun yaşayacak… Bizim bunları yaşamamamız için ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı öğrenmemiz lazım.Yoksa her 20-25 yılda bir olduğu gibi duvara toslar, büyük krizler yaşamaya devam ederiz. Elbette ki herkes yalılarda oturmak, en lüks araçları, kıyafetleri vb. gibi bir hayatı yaşamak ister. Ama gelir asgari ücretse bu hayalleri bırakmak lazım, ne olursa olsun hayatı garantiye almak için çok zorda olsa bir miktar tasarruf etmenin yolunu bulmak lazım.

100 bin TL maaş alan birisi 15 bin TL faiz ödüyorsa onun geliri 100 bin değil artık 85 bin TL’dir. (Ülkemizde olduğu gibi.) Ama 80 bin TL maaşı olan biri para biriktirip üzerine bir de 15 bin TL faiz vb. gibi gelirleri elde edebiliyorsa artık onun da geliri 80 bin TL değil 95 bin TL dir. (Gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi) buradaki kar sadece %15 değil gördüğünüz gibi neredeyse %30’lara çıkmakta. Bizim rahat bir gelecek, tam bağımsız güçlü bir Türkiye için mutlaka bu sisteme geçmeminin yolunu bulmamız lazım.

Peki ya geçmezsek; gelin tarihimize bir bakalım, Osmanlı 1856’da Rusya'yla Kırım Savaşı’na giriyor. Ama savaşın ağır yükünü bütçe kaldıramıyor. Osmanlı'da İngilizlerden borç alıyor ve ilerleyen yıllarda borç almak suni bir rahatlama yarattığı için alınan borcun tutarı ve ülkelerin sayısıda artıyor. Sonuç olarak Osmanlı aldığı borçları belli süre sonra ödeyemiyor, bunun üzerine borç veren ülkelerin borçlarını tahsil edebilmeleri için Duyun-u Umumiye kuruluyor. Sözcük anlamı Genel Borçlar olan “Duyunu Umumiye” İngiliz, Fransız, İtalyan, Avusturya ve Almanların borçlarını ödemek için kuruluyor. Ama bu yapı bu ülkelerin eline geçtiği için bir nevi devlet içinde devlet kurulmuş oluyor. Sonrasında da süreçleri hepimiz biliyoruz yaptığın her harekette bu ülkelerin onayını alman gerekiyor bir nevi egemenliği teslim etmiş oluyorsun sonrasında da hasta adam benzetmesini alan Osmanlı'nın kaynaklarını yurt dışına götürmek için ilk bankayı da bu yapı kuruyor.

Tarihte gösteriyor ki sağlam bir ekonomi olmadan, ülkenizi bile tam ve bağımsız bir şekilde yönetemiyorsunuz. Bizim avantajımız genç bir ülkeyiz, büyük bir ülkeyiz, son yıllarda alt yapıya büyük yatırımlar yaptık ve neredeyse hepsinin borçları yavaş yavaş bitiyor. Güçlü bir sanayimiz var, ihracatta rekorlar kırıyoruz. Artık denk bütçe, sonrasında fazla veren bir bütçe için ortam gayet güzel tek yapmamız gereken bu kafaya girmemiz…

İnşallah o günleri de yakında görürüz, çünkü gerçekten “Güçlü Türkiye” o zaman olmuş olacağız.

Bir sonra ki yazımda da ikiz belaların 2. sini yani “cari açığı” anlatmaya çalışacağım…

Kalın sağlıcakla…

Koray Çalışkan